Yazan : steven_stiffler 15 Kasım 2014 Cumartesi

Son günlerde Football Manager 2015'imle seviyesiz bir birliktelik yaşıyoruz. Öyle ki; işten kalan zamanımı neredeyse sadece oyuna harcıyorum. The Walking Dead ve Arrow takibim elbette devam ediyor. Özellikle The Walking Dead'de olaylar olaylar... Hep eleştirdiğim dizi yeni sezonunda çok iyi gidiyor, günü gününe takip ediyorum. Geçen aya sinema sektöründe hızlı bir giriş yapmış, seri halde filmler izleyerek başlamıştım. Ayın ilk 2 haftası bol bol film izlerken, kalan 2 haftayı kız arkadaşıma ayırdım. Adeta kendi romantik komedimizi çektik. Ben Matthew McConaughey oldum, o Kate Hudson. Öyle de romantiktik. Yeni favori film tarzım Hispanik hayatlar. Meksika'dan ABD'ye göç filmleri çok ilgimi çekmeye başladı. Önceki ay La Jaule De Oro ve Spanglish izlemiştim. Şimdi ise No Se Aceptan Devoluciones ve La Misma Luna ile sizlerleyim. İkisi benzer filmler ama No Se Aceptan hüngür hüngür ağlatmacalı, bir o kadar güldürmeceli. La Misma Luna'yı izlemeden spoiler yemiştim, buna rağmen keyif aldım. Öyleyse bu ikisiyle başlayayım.

Uzun zamandır beni bu kadar etkileyen, hem güldürüp hem ağlatan, hatta yalan olmasın; uzun zamandır beni ağlatan bir film olmamıştı. O kadar etkileyiciydi ki; güldüğüm sahnelerde bile ağlamaklıydım. Valentin ve Maggie mutluyken bile duygulandım. Bu filmi beğenmek ve etkilenmek için anne-baba olmaya gerek yok. Yaş kaç olursa olsun, babalık hissiyatını verebilen bir oyunculuk performansı var. Hele o kız o kadar sevimli ki; evladınız gibi seviyorsunuz izlerken. Filmin etkileyici tarafını bir yana bırakıp, komedisi hakkında küçük bir yorum yapacak olursak; güldüren sevimli tespitler var.

"Burada kalırsan güzel olmasına olursun da; daha ufak tefek, daha esmer olursun. Ama orada büyürsen muhtemelen sarışın, mavi gözlü ve uzun boylu olursun"

Aynı zamanda;
Taksi için verilen 10 doların hayatınızda yapabileceğiniz en güzel yatırım olduğunu öğrendik.

İzlememek insanlık ayıbı.

O ne güzel bir çocuk oyunculuk performansıdır. Son 2 ayda izlediğim 4. Meksika-ABD göç temalı film, her birinde ayrı ayrı etkilendim. "No Se Aceptan Devoluciones" filminin yönetmeni ve başrol oyuncusu Eugenio Derbez'i burada da benzer bir rolde görmek sürpriz oldu. Belki bu film de Derbez'in içinde bir ukte olarak kalmıştır da; No Se Aceptan Devoluciones'i yapmıştır. Her iki filmde de müthiş sevilesi bir karakteri canlandırıyor. Göç hikayeleri beni iyice sardı, benzer bir film daha bulayım; tereddüt etmeden izlerim. Özellikle son kısmını annemle birlikte seyretmiş olmamız, filmin işlediği anne-oğul temasıyla birlikte beni daha da duygulandırdı. Ben çok beğendim, kesinlikle arka planda kalmaması gereken bir film.

Cem Yılmaz akıllı adam. Gösterim tarihini bayrama denk getirip sinemaya yöneleceklerin ilk tercihi oldu ve her seans kapalı gişeydi. Haa farklı tarih bile olsaydı yine izlenecekti. Böyle akıllıca davranan adamı filme çok reklam sokuşturmuş diye eleştiremem. Bazı reklamları esprili bile olmuş. Ayrıca sadece reklamlar üzerinden yorum yapmak da filme çok büyük haksızlık. Ortada güzel bir iş var.

Cem Yılmaz kemik tayfasına çok güzel takviyeler yapmış. Zerrin Tekindor ve Cengiz Bozkurt'u zaten çok beğeniyorum, Pek Yakında ile birlikte sempatim katlandı. Hikaye hoş; sinemaya ve ustalara saygı da içeriyor. E Cem Yılmaz tarzı mesajlar da veriyor. Cem Yılmaz gözümde insanları güldürmeyi başaran iyi bir komedyendi. Bu filmle birlikte artık iyi bir oyuncu, iyi bir yönetmen olduğu gerçeklerini de kabullendim. Zafer Arzu'yu çok seviyor be. Gerçekten çok seviyor. E film Cem Yılmaz'ın olunca "çok güleriz" beklentisiyle gelenler de çok sayıda oluyor. Çünkü Cem Yılmaz olmak bunu gerektirir. "Çok komik" bir film olmasa bile, bu beklentiyle gelenlerin de filmden keyif aldığını ve memnun çıktığını düşünüyorum. Eski filmlerine dair yaptığı göndermeler de enfesti.

Fragmanında gülmüştüm, filmden beklentim artmıştı. Çok eğlenceli ve hareketli bir film aslında, ilk filmden çok farklı bir tarafı yok. Her ikisinde de küçük sürprizler var. 22 Jump Street'in en eğlenceli sürprizi de yorumlarda da görüldüğü üzere kapanış jeneriği. Film o kadar hareketli ki; Jonah Hill'in bu iki filmden sonra kilo verdiğini de görüyoruz. Üçüncü film olsa Jonah Hill; Channing Tatumlaşabilir. İnce espriler ve üst düzey bir mizah yok. Basit, kafa yormayan, eğlenmelik bir komedi filmi. 22 Camp Sıtrit diye okuyan adam gibi adamlara selam olsun.

"Çok bizden bir hikaye" gibi bir genelleme yapmam mümkün değil, ancak kendi adıma "çok benden bir hikaye" diyebilirim. Sutter'da kendimi bulduğum anlar oldu. Bunda babasının da çok büyük payı var. Belki ben daha erken kabullendim ama belki de Sutter gibi geç kabullenmeliydim. Bilmiyorum, bunlar daha çok benim özelimle ilgili. Filmi beğendim, sade ve abartısız. Doğallıyla da duygulandırıyor. Yine size bir amme hizmeti yapayım ve filmden alınması gereken mesajı yazayım:

Annenizin ve varsa Aimee'nizin kıymetini bilin. Aimee'niz yoksa şanssızsınız ama hem Anneniz, hem Aimee'niz eksikse... Çok üzgünüm. Kıymetini bilmek gerek. 7/10

Ben yeni izledim, ne bileyim bana sadece çocuklara hitap eden bir animasyonmuş izlenimi veriyordu. Hikayesini beğendim, eğlendim, gülümsedim. 2001 yapımı olması nedeniyle; belki de o dönem anne-babasının elinden tutup bu filmi izlemeye giden çocuklar bundan birkaç yıl sonra evde çocuklarıyla izleyecekler. Günümüz teknolojisiyle bu her filmde mümkün ama bu animasyon 2001'de çıkmış olması nedeniyle pek çoğumuzun hayatında daha önemli bir yer kaplıyor olabilir. Ben geç izlediğim için bu duygudan mahrum kalacağım tabi...

Serinin tamamını izlemedim ama çok iyi bir ilk film olduğunu düşünüyorum. İlk saniyesinden son anına kadar aksiyon ve 2001'e göre oldukça başarılı yarış sahneleri içeriyor. Zaten izlemeyen de yoktur, azınlıktan çıktım ben de artık.

Siyahi karizmaların döktürdüğü film bana göre serinin Yuri Boyka'lı filmlerini aratıyor. Alışık olduğumuz hapishane filmlerine benzemiyor. Onlar kadar hapishane yaşantısını yansıtmadığını düşünüyorum. Tek odaklanılan Iceman ile Monroe'nun boks müsabakası. Bana kalırsa ikilinin boks müsabakası da beklenti altında kalıyor. 75 dakika boyunca son dövüş bekleniyor, 5-6 dakikayla geçiştiriliyor biraz. Ama yine de gerçekçiliğinden dolayı tatmin ettiğini de söyleyebilirim. The Walking Dead'in Merle'sini sesinden tanıdım, filmde reyizin gençliğini görüyoruz. Bir diğer tanıdık isim ise Oz'un Dino Ortolani'si. Ortalama bir dövüş filmi, serinin hatrına izlenebilirliği var.

Bu üçüncü film bence de olmasa da olurmuş. Televizyon filmi tadında olduğu yorumlarına da katılıyorum. Yine de ailece izlenebilecek bir üçleme yaptığı için Ata Demirer'i tebrik etmek lazım. Severim ben Ata Demirer'i.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -