Yazan : steven_stiffler 7 Ekim 2014 Salı


"Geçen ay yine arkadaşlarla film izliyoruz". Şaka lan şaka, hepsini yine yalnız başıma izledim. İşten arta kalan tüm zamanımda film izledim neredeyse. Bu ay diziler başlıyor. The Walking Dead, Arrow beklediklerim. Film sayısında azalma olur mu bilmiyorum ama ayda ortalama 10 civarı izlemeye devam ediyorum. Herhalde sayı bu seyirde devam eder. Vakit kıymetli.


Yeni televizyonumuzu deneme amaçlı görselliğiyle ön plana çıkan bir film tercih etmem gerekiyordu. Thor aklımı çeldi. Zaten görselliğiyle tavladı. Hikaye böylesi bir efsaneye göre fazla sıcak kanlıydı. Romantizm işin içine girmeseymiş daha şık olurmuş ama neticede aşk satıyor. Pek çok film bunu kullanıyor zaten. Böyle bir filmi izlerken güldürmesini beklemezsiniz belki ama Thor güldürmeyi de başarıyor. Belki de bu yüzdendir ki; beklentilerimin fazlasıyla birlikte beğenimi de kazandı. Ayrıca Natalie Portman'ın gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Oynadığı her kötü her filmde; "Natalie Portman'a yakışmamış" tarzı yorumlar yapıyor. Neyse; Thor kötü film değil zaten.

Bana güzel bir Cumartesi gecesi yaşatan filmdir. Sevdim, sıkılmadan izledim. Senaryo klişeleri barındırıyor, kabul. Ancak filmin atmosferi, oyuncu tercihleri çok başarılı. Bir aktör olsaydım kesinlikle bu filmde yer almak isterdim. Daha iyi olabilirdi, hatta kült bile olabilirdi; ama yine de "kötü" demek haksızlık olur düşüncesindeyim. Ryan Gosling yine beklentileri karşılamış, Sean Penn ise biraz kasıntı olmuş gibi geldi bana... Ha mafya havasını ve mafya filmi havasını aldım, o açıdan da tatmin ettiğini söyleyebilirim.

Spielberg ismini görünce elbette beklenti yükseliyor ama beni tavlayan iki etken : Filmin başında Tenten'in çizdirdiği portrede çizgi filmindeki görüntüsünün kullanılması ve film boyunca sunduğu görsel şölen oldu. Aksiyon da bir an azalmıyor, hikaye ve kurgu merak uyandırıyor. Nostaljiyi oldukça modern şekilde izlemiş olmak da büyük keyifti. Çok beğendim ve 7.5/10 puan verdim. İkinci film gelecek denmiş ama ses yok herhalde ?

Adam Sandler'ın drama oyunculuğunu sevenler için mutlaka izlenmesi gereken bir film. Etkilendim, duygulandım; oysa çok pozitif başlamıştı. Tüm karakterler pozitifti. Clasky'lerin erkek görünümlü kızları bile film boyunca pozitif enerji verdi. Sandler için kesinlikle "oyuncu olmasaydı aşçı olmasını isterdim." diyebiliyorum. Basit gözüken filmlerle bile sivrilebilen bir Adam Sandler'ın, basit bir yemek olan makarnayı nasıl yaptığına şahit olmak isterdim. Filmde genel bir "Kadın-Erkek arkadaş olamıyor" mesajı sezdim ama abartılacak düzeyde değil. Nitekim; Paz Vega bir erkeği etkileyecek pek çok özelliği barındırdığı gibi, Flor karakterinin anaçlığıyla tapılacak kadın havalarında. Bay Clasky ise; tipik aldatılacak adam profilinde. Elbette anaçlık etkiler böyle bir adamı. Anne-Kız ilişkisi, sonunun bağlanma şekli tatmin edici derecede duygusal. Anne sorumluluğunun her şeyden önce gelmesi basit ama etkileyici aktarılmış. Belki abartıyor olabilirim ama basit ve etkileyici anlatımları her zaman sevmişimdir. Tea Leoni'nin "Amerikan kadını" yansıtması da harikaydı. Çok beğendim.

Futbolun basit bir oyun olarak görüldüğü fakat uğruna can verilebildiği bir dönemden inanılmaz bir uyarlama. Bu yüzden İngiliz stadyumlarını hep severim. Hep bir tarih barındırır. Manchester United'ından Oxford United'ına... Dramatik, bir o kadar sarsıcı bir tarih. Manchester United kulübünün isminin büyüklüğünün nereden geldiğinin kesin kanıtı. Kapanmak üzere olan bir kulübün tıpkı kulüp armasındaki anka kuşu gibi küllerinden doğması... Oyunculuklar hayatını kaybedenlere sonsuz saygı niteliğinde kusursuz. Özellikle David Tennant; Jimmy Murphy rolünde yardırmış. Jimmy Murphy de gerçekten büyük bir futbol adamıymış. Bu arada filmin dramatik olmayan bölümünde futbola dair basit ama enfes replikler var. Bunlara örnek;

"Biz onların gururuyuz, hiç olmazsa haftasonlarında...Onlar için dünyayı dengeliyoruz. En azından Pazar sabahına kadar. " - Bu replik esnasında David Tennant yaşıyor, alıp götürüyor.

"Siz bir yöneticisiniz. Tablo, grafik, puan adamısınız. Ama ben ve Jimmy; bizler çim, krampon ve güzellik adamıyız. Futbol oyunu sizin malınız değil" - Bu replikte ise Sir Busby adeta bir Godfather havasında... Muazzam oyunculuk.

Filmin yine dramatik olmayan ilk bölümünde koskoca Sir Bobby Charlton'ın kızlarla konuşamayan, utangaç yanına şahit oluyoruz. Çok çok iyi bir oyunculuk da bu sahnelerde geliyor.
Epik, bir o kadar dramatik bir film. BBC'nin The Damned United filminden sonra ikinci harikası. Bir üçüncü, hatta dördüncü, hatta beşinci-altıncı-yedinci İngiliz futbol tarihi filmi enfes olur.

Amerika Birleşik Devletleri... Fakir hayat sürenlerin en büyük hayali, umudu belki de. Filmde de öyle... Film demem haksızlık mı olur bilemedim. Bence çok gerçek. Sanki Guatemala'dan arkadaşım geldi, oturduk; bana göç hikayesini anlattı. O anlattı, ben dinledim. Kahramanlarımızı tanıdığımız bir giriş bölümü yok. Direkt gelişmeyle başlıyor. Aslında ben hikaye boyunca da kahramanlarımızı tanıdığımızı da düşünmüyorum. Bir içine kapanıklık, umutsuz bir umuda yolculuk söz konusu. Herkese güvenmenin, güvenmek zorunda olmanın verdiği çaresizlik söz konusu. Yarım kalan, cevapsız kalan sorular var. Ama diyorum ya; film olsaydı, bunların cevabını almak isterdim. Ama gerçek olduğu için, o soruların cevapsız kalması bana çok normal geldi. Cevaplarını hâla merak ediyorum. Bu sarsıcı göç hikayesi için, amatör oyunculara ve yönetmene teşekkür ediyorum.

İlk filmi izledikten kısa süre sonra, henüz hafızam tazeyken izledim. İlk filmde mizahi ya da absürt diyebileceğimiz oldukça eğlenceli sahneler özellikle hoşuma gitmişti. Bu filmde nispeten daha az absürt sahne var. Yer yer sıkıcı olmasına ben de inanamadım. Bu kadar nefis görsellik sunan bir filmin sıkıcı olabilmesi şaşırtıcı. Görselliği yine doyuruyor evet. Çok beğendiğim ilk filmin ardından böyle bir ikinci film beklentimin altında kaldı.

Beklentilerimin altında kaldı ama yine de kötü diyemem. Eğlenceli. Bir kere parti olayına tamamen ortak ediyor, kendimi Delta Psi partilerinde hissettim. Rekabet eğlenceli. Bebek sahibi olmak ve belli bir yaş sonrası evresi de hoş ve yormayan mesajlarla seyirciyle buluşuyor. Sevimli mi sevimli bir bebek de filme renk katıyor. İyi bir haftasonu çerezliği. Parti ortamını Project X ile beraber en başarılı yansıtan filmlerden. Ayrıca şu Amerikan evlerine hayran kalmamak da pek mümkün değil.

1 saat 18 dakikalık süresi filmi çok makul kılıyor. Buna bağlı olarak da hızlı bir akışa sahip. Ben çok tatmin olmadım, onu belirteyim. Bence gizem havada kaldı. Ya da basit kaldı diyelim. Kendini merak ettiren yapısına rağmen tatmin etmeyen bir sonuç. Filmin bitiş jeneriğinde çalan Bendik parçasıyla bas bas "İskandinav filmiyim" diye bağırmasıyla benden artı puan aldı.

Haftasonu sinema keyfim için izledim ama zorlamayla bitirdiğim, sana göre Fransız sanat, bana göre Fransız sevişme filmlerine benzeyen ve abartı değerlendirmelere sahip film. Ya aile çok uç noktada, ya da gelin. Tamam uçurum olur, kültür farkı olur; bizde de çok. Ama filmdeki bana sahte geldi. Sadece Ashley'in tavırları samimiydi. Karı-Koca birlikte görüldüğü tüm sahneler sevişme üzerine kurulu. Adamın kardeşi sanki abisini çok sevdiğinden kızgın gibi bir imaj çizse de; yine mide bulandıran bir hamlede bulundu. Aynı zamanda böyle bir aile yapısını anlamak güç. Sorsan aile bağları önemli ama doğacak bebek babasının bile umrunda değil. Vakit kaybı olarak değerlendirdim, tavsiye de etmiyorum.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -