Yazan : steven_stiffler 18 Eylül 2014 Perşembe


Ağustos'ta izlediğim ilk film; Robin Williams'ın The Angriest Man in Brooklyn filmi olmuştu. Bu film aynı zamanda Robin Williams'ın son filmi oldu. Tekrar R.I.P. diyelim rahmetliye... Severdim. Yalnız film konusunda iyi standart yakaladım. Her ay 1 animasyon, 1 yerli sinema izler oldum. Resmen gelenek haline geldi. Altyazı beklediğim filmler de var. Kesin altyazı gelince izleme şevkim gelmeyecek. Ben de böyle bir izleyiciyim. Şevk önemli...

Şükür kavuşturana... Veronica evimizin kızı. Dizideki tadı yakaladığım, beklediğime değen film. Ayrıca; dizideki hikayeye bağlı kalınması, başındaki küçük hatırlatmalar, eski oyuncuların hemen hemen hepsini görmek çok büyük keyifti. Keşke bitmeseydi şu dizi, çok üzüldüm şimdi be! Oyuncuları elbette yaşlanmış ama hepsi hâla formunda gözüküyor. Hiçbiri değişmemiş. Dick Casablancas mesela; dizinin serseri ve lüzumsuz karakteri gibi gözükse de ben çok severim reyizi. Eli Navarro'yu gördüğümde çok duygulandım, adam gibi adam Eli Navarro. Ayrıca; kavuştuğu hayat adına da çok sevindim. Elbette Logan; üniformalı haline hasta olan kızlar olmuş. Jason Dohring'in iyi bir kariyere sahip olamamasına üzüldüm, sadece Logan rolüyle bile yardırıyordu. Kristen Bell zaten çok aşina olduğumuz bir yüz. Veronica karakteri de evimizin kızı gibi. Keith Mars; süper baba, esprili kişiliğinle sevdik, dizi bitse de sevmeye devam ettik. Vinnie Van Lowe'u bile oynatmışlar filmde, daha ne olsun ?

Elbette eleştirilecek yönleri var. 9 sene geçti muhabbeti dönüyor ama sanki 9 senede Veronica ve Logan harici kimsenin hayatı değişmemiş. Dick hala serseri, Keith hala dedektif, Piz hala radyocu. Biraz daha tatlandırabilirlerdi ama sanki karakterlerden de çok uzaklaşmamak istememişler. Dizinin bitişi aklıma geldi, bak yine efkarlandım.

Son olarak; Allah rızası için diziyi izlemeyenler puan vermesin, yorum yapmasın.

İlk filmi izlememiş olma talihsizliğine rağmen bunu izledim evet. Öncelikle; "öpüşmeden önce iki kere düşünün" mesajını filmden almadıysanız, ben vereyim. Sonra ise; Hollywood esintileri taşımasıyla eleştirilmiş genelde. İlk filmi daha çok merak ettirdi bu yorumlar bana. Onu da izleriz. Neyse, Hollywood dedik ya; türlü türlü klişesi vardı. Özellikle ergen karakter filmin olmazsa olmazıydı. Süper araba kullanan kahraman karakter de önemliydi. Ve elbette "God Bless America". Bunların biraz haricine çıkarsak da; ben yönetmenin tarzını beğendim. Şiddetini beğendim, kanını beğendim. Helikopter sahnesi adeta bir taktik dehalığıydı. Filmin başından sonuna aynı müzik döndü durdu ama atmosferi iyi yansıtan, çok başarılı bir çalışmaydı. Bu arada filmin başındaki malum kaçış sahnesi gerçekten çok başarılı. Beni orada etkileyen kadının adama bakışıydı. Aklıma Prens Oberyn'e bakan kaşar sevgilisi geldi. Prens Oberyn gibi bir savaşçı bile sevdiği kadının bakışı uğruna boyun eğmek zorunda kaldı. Ama Don, tam bir vicdansızlık örneği sergileyerek pek çok küfürü bir arada haketti.

The Prestige ile kıyaslamayı doğru bulmuyorum ben. İkisi de sihir üzerine kurulu, ikisi de sıradışı kurguya sahip ama iki filmin de hakkını vermek için kıyaslama yapmadan değerlendirmek lazım. Edward Norton elbette tartışılmaz ama Rufus Sewell da yardırmış. Belki de benim için hep "Veliaht Prens" olarak kalacak. Sürekli merak uyandıran kurgu çok başarılı. Ayrıca dönem filmi özelliklerini de çok iyi derecede yansıtmış. Filmin sonunda bende bıraktığı etki Bin-Jip etkisi oldu. Aslında çok benzer bir son olduğunu düşünüyorum. Bin-Jip candır. Yalnız milletin The Prestige ile bağdaştırdığı filmi benim Bin-Jip ile bağdaştırmam da ibretlik.

2 kişiyle askerlik filmi mi yapılır ? Yapılmış, helal olsun. Birden fazla duyguyu bir arada barındıran çok başarılı bir Türk filmi. Askerin psikolojisi, korkusu, özlemi; hepsi çok iyi yansıtılmış. Bunun yanı sıra aşk da çok başarılı işlenmiş. Hem Bekir, hem Oğuz açısından aşk teması mükemmel ele alınmış. İkisinin aşka bakış açısı farklı ama acısı ve özlemi aynı. Oyuncular çok başarılı. 2 başrol oyuncusuna nefis eşlik eden 2 yan rol. Bir o kadar gerçek, bir o kadar duygu dolu hikaye. En küçük detayı bile; Bekir'le kavga ettikten sonra Oğuz'u sakinleştirmeye çalışan arkadaşının sözleri bile gerçek.

Konuyla alakasız yorum; başroldeki eleman tam bir Jake Gyllenhaal.

Çerezlik bir haftasonu filmidir diye düşünerek izlemeye başlayıp çok daha fazlasını aldığım, Vince Vaughn'a çok yakışan, sıcacık bir film. Komedi tarafı var, ancak duygusal yönü çok daha ağır basıyor. İnsana baba olma hissi verdiği gibi, aile kavramının da sıcaklığına dikkat çekiyor. Abartısız düşüncem; gerçekten ağlatabilecek sahneleri olması. Yönetmen aynı filmi daha önce de çekmiş, yine de düşünce ve senaryo harika diyebilirim. Zannediyorum vizyon filmi şu an, sinemada da tercih edilebilir. Verdiğiniz para için üzülmezsiniz, ultra garanti!

Simon Pegg ve filmle ilgili yorumlar beklentimi çok yükseltmiş olacak ki; kasvetli evin içerisinde geçen kasvetli sahnelerde epey içim daraldı. Filmin sıradışı kurgusu, epey geç kendini belli ediyor. Kasvetli bir ruh halini müthiş oynamış olan Pegg, izleyiciyi de kasvet içine alıyor. Ancak devamında aslında eğlenceli, Pegg'in mizah anlayışını gözler önüne seren ve buna bağlı güldürebilen bir hikayeye dönüşüyor. Animasyon sahneleri de çok başarılı. Ve elbette müzikleri...

En az ilk film kadar eğlenceliydi. Minyonlar insanı yumuşacık yapıyor, resmen içiniz mutlulukla doluyor. Kızlardan Edith'i çok sevmiştim ilk filmde, bu sefer pek bir sahnesi olmamasına üzüldüm. Eğer kısmet olursa, ileride kesinlikle çocuklarımla da izlemek isterim. Böyle de aile babasıyım.

Canım kadro nasıl hiç edilir'in resmidir. Sen Robin Williams'ı, Dinklage'i, Mila Kunis'i bir araya topla; böyle kötü bir film yap. Yönetmen yahudiymiş, senarist İsrailliymiş diye saçma sapan yahudi muhabbeti var filmde. Dinsel hiç bir olay yok. Ama nedense yahudi olduğunu vurgulama ihtiyacı var. Filmin vermeye çalıştığı "kıymet bilme" mesajı bile çok yetersiz kalmış. Oysa başlangıç jeneriğindeki "Anger" mesajları oldukça sevimliydi. Filmi böyle yorumladım ama Robin Williams vefat haberinden sonra "Filmi böyle yorumlamasa mıydım?" diye de düşündüm.

Spoiler içerebilir.

Keith karakterini sevemedim, neresinden bakarsam bakayım mantıklı bir tarafını bulamadım. A Walk To Remember tadında bir film yapılmaya çalışılmış..O da gençlik filmi modundan birden duygusala bağlıyor ve seyirciyi vuruyordu. İlk 45 dakikalık bölümünde bir yere varmayacağını düşünerek izlesem de; kalanıyla kurtardı. Ayrıca dikkatimi çeken detaylardan biri de; başroldeki kızın 79 doğumlu olup da 29 yaşındayken 19 yaşında göstermesi. Esas oğlan ile arasındaki 8 yaş farkı filmle izlerken yok, kesinlikle yok. Vıcık vıcık bir aşk yok. Bu güzel. Vıcık vıcık bir duygusallık da yok. Ama bu sanki duygusal sonu da biraz olumsuz etkilemiş gibi... Filmdeki Güney Amerikalı eleman da iyi çocuk aslında. Ben böyle durumlarda hep kaybedeni tutarım.

Bkz. Ne İzledim? #1
Bkz. Ne İzledim? #2
Bkz. Ne İzledim? #3
Bkz. Ne İzledim? #4
Bkz. Ne İzledim? #5
Bkz. Ne İzledim? #6
Bkz. Ne İzledim? #7 

Bkz. Ne İzledim? #8
Bkz. Ne İzledim? #9
Bkz. Ne İzledim? #10
Bkz. Ne İzledim? #11
Bkz. Ne İzledim? #12
Bkz. Ne İzledim? #13
Bkz. Ne İzledim? #14
Bkz. Ne İzledim? #15
Bkz. Ne İzledim? #16
Bkz. Ne İzledim? #17
Bkz. Ne İzledim? #18
Bkz. Ne İzledim? #19
Bkz. Ne İzledim? #20
Bkz. Ne İzledim? #21
Bkz. Ne İzledim? #22
Bkz. Ne İzledim? #23
Bkz. Ne İzledim? #24
Bkz. Ne İzledim? #25
Bkz. Ne İzledim? #26
Bkz. Ne İzledim? #27
Bkz. Ne İzledim? #28
Bkz. Ne İzledim? #29
Bkz. Ne İzledim? #30
Bkz. Ne İzledim? #31
Bkz. Ne İzledim? #32
Bkz. Ne İzledim? #33
Bkz. Ne İzledim? #34 
Bkz. Ne İzledim? #35
Bkz. Ne İzledim? #36

Bkz. Ne İzledim? #37
Bkz. Ne İzledim? #38

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -