Yazan : steven_stiffler 23 Şubat 2015 Pazartesi


"3 haftadır internetim yoktu, hayatımın en kötü 3 haftasıydı." - George Best

Üstadın ünlü sözüyle giriş yaptım. Filmlerden, haberlerden, dizilerden, komiklik ve şakalardan, kuponlardan ayrı düştüm. Bazen iğrenç ülke gündeminden de uzak kalmak istiyorsunuz ama o pek mümkün olmuyor. Bilseniz olmuyor, duymasanız olmuyor; zor düşünceler.

Arşivlerimi yaptığım disklerim doldu, 1 senedir ite kaka idare ediyorum. Nasıl yapıyorsunuz şu arşivleri ha ? Ben silmeye kıyamıyorum. O kadar emek sarfedip sonradan silmek pek etik bir davranış gibi gelmiyor. Çok iğrenç bir film olmadıkça silesim gelmiyor. Bu sefer de maliyet artıyor, bana düğünümde taşınabilir harddisk takın. Terabytelık flash bellekler de üretilir belki ben evlenene kadar, o da olur bak.

9 dalda Oscar adayı, şimdi ne yazsak olmayacak. Muhteşem görselliğinden bahsetmek için filmi izlemeye gerek yok. Afişi, fragmanı, çok küçük bir sahneden bir görüntü bile bunu ispat ediyor. İzleyince ise gerçekten "büyülü bir dünya" izlenimi veriyor. Ben mizahına da bayıldım. Zero karakterine de öyle. Oyuncu kadrosu ise bir başka izleme sebebi. Tabi ki makyaj ve kostümler de çok başarılı. Zira ünlü isimlerden hangisini seçemedim diye düşündüm; evet çok dikkatle izlememe rağmen Bill Murray'i gözden kaçırmış olduğumu farkettim. Tanımlamak için en net kelime ise "samimi" olur. Oldukça samimi ve sıcak.

Bana Masal Anlatma (2015) - 8/10
Filmin ilk yarısında sadece fragmandaki sahnelere güldüğümü farkedince biraz içim burkuldu. Burak Aksak beklentisi çok büyük tabi. Ama ikinci yarısında gülmekten gözlerimin yaşardığı sahneler oldu. Elbette Leyla ile Mecnun esintileri taşıyor. Cengiz Bozkurt'un canlandırdığı Nafi karakteri fazlasıyla Erdal Bakkal mesela. L&M göndermeleri fazlasıyla mevcut, izlemeyenler için sürprizini bozmayalım. Burak Aksak'ta bu ukte oldukça böyle güzel daha çok filmini izleriz. Zaten özlenmeyecek gibi değil de; ben çok çok özlemişim bu kafayı. Sedat Sayan bile anca böyle bir kafanın düşüncesi olabilir. Filmden çıktım, birkaç gün "Ellere düş, dillere düş" diye gezdim. Sadece mizahı değil, duygusallığı da buram buram Burak Aksak kokuyor. "Öyle bir kız ki; çocukluğumun bayram sabahları gibi..."

The Iceman (2012) - 7,5/10
Michael Shannon, Chris Evans ve David Schwimmer'ın makyajını, imajını çok beğendim. Üçü de adeta tanınmaz halde. Tam bir üst düzey oyunculuk filmi, zaten Michael Shannon yine döktürmüş. Soğuk bir katil, soğuk bir katili oynayan soğuk ve aşmış bir oyunculuk. Chris Evans'ın da dondurmacı rolünün hakkını verdiğini söylemek gerekir. Günümüzde kiralık katil karakterleri daha çok yalnız, ailesi ve kaybedecek şeyi olmayan tipler olarak lanse ediliyor. 60 ve 70'lerde geçen bu gerçek hikayede ise kiralık katilliği meslek edinmiş ve ailesi olan karakterler görmüş olduk. Kuklinski'nin iç ve dış dünyasının tamamen yansıtıldığını düşünüyorum. Bu yönden çok başarılı bir film olmuş.

Doğru, savaşın soğuk bir yüzü var ama bu sıcak bir anlatımla aktarılmış. Düşününce çok tuhaf geliyor ama gerçekten öyle. Kitabı okumadım. Film de kitap tadına yakın olmuş zaten ama süresi gereği çok eksiği olduğunu da belli ediyor. Pek çok arkadaş gibi ben de İngilizce olayına takıldım. Büyük bölümü İngilizce olan ve Almanya'da geçen filmde zaman zaman Almanca da duyabiliyoruz. Daha da kötüsü; İngilizce cümlenin içerisinde tek Almanca kelimeler de geçebiliyor. En büyük eksi puanı da bundan alıyor zaten. Bundan bağımsız yorumlayacak olursak; beğenildi. Soğuk, bir o kadar gerçek bir hikayeyi sıcacık anlatıyor. Bunda Liesel'in tatlılığının da payı büyük.

Çok ilgi çekici bir başlangıç yaptığı için 1-0 önde başladı. Viski kültürünü bilmediğim için sıkacak mı acaba diye düşündürdü. Ama öyle samimi ve iyimserdi ki; bittiğinde içimde mutluluk ve umut belirdi. Böyle filmlere de ihtiyaç çok, zira her film bazen hayatın kendisi olabiliyor. Türkçe içinde İngilizce kelime kullanmayı sevmem ama filmi tam anlamıyla "soft komedi" olarak değerlendirebildim. Öyle narin...

Yorumlar ağlama konusunda beklentiyi çok yükseltiyor. Salya sümük olacağımı düşünerek izledim, belki de buna odaklandığım için sonunda ağlamadığımı farkettim. Belki problem bendedir, zira film sadece sonunda değil; genelinde ağlatabilecek bir yapıda. Anne çırpınıyor, savaşıyor. Ama baba ve erkek kardeş çok çaresiz. Kız kardeş ise daha çok düşünüyor, anlamaya çalışıyor. Abigail Breslin'in yaşından büyük rollerinden biri. Duygusallık ve hayatı sorgulamayı bir yana bırakınca; aslında filmin kendi içinde özellikle zaman kavramı konusunda mantık hataları da var gibi geldi bana. Belki onda da yanılmışımdır. Sorgulatan, kıymet bildiren, basit ama net mesaj veren bir hikaye.

Çok gerçek, sert bir dram. Mia'nın hissettiklerini hissedebildim, hayatı ona olduğu kadar bana da ağır bir yük hissi verdi. Sanki dansıyla hayata karşı haykırıyor. Sadece Mia değil, kardeşi de onun kadar yalnız ve çaresiz ve kimliğini arıyor. Ortamın doğallığından, hikayenin sadeliğinden, çekimlerin abartısızlığından olsa gerek; oldukça gerçek bir film.

İlk film eğlenceliydi, bu da sıkmıyor ama gerçekten iğrenç sahneleri de esirgememişler. Ayrıca bu dörtlü sanki dizi ve film için değil de, gerçekte de bu kadar mal gibiler. Hele şu sarı sıfatsız olan evlat olsa sevilmez.

Artık ezberlediğimiz; "üç kafadardan biri fırlamadır, diğerlerini kendine uydurur ve alemlere akarlar. Birisi çılgınca sarhoş olur. Kahramanlarımızın başına beklenmedik olaylar gelir." temalı, vasat bir gençlik ve parti filmi. Güç kulesi parti formatını sevdim, onun haricinde pek güldürmeyen ve eğlendirmeyen bir klişe.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -